Üşüdüm. Zar zor açıyorum gözlerimi. Bulanık bir manzara var karşımda. Bir kaç yüksek tepe, alabildiğine bozkır önünde. Yeşil, sarı, rüzgâr... İnce ve bakımsız, çift şerit eski bir yol geçiyor önümden. Etrafta ne bir tabela, ne de bir işaret. Tepelerle çevrili yeşil-sarı bir bozkırı bölen bir yol. Orta yerinde ise şu gözlerimi açtığım otobüs durağı. Üzerinde, Dört ince paslı demirin tuttuğu sac bir dam, arkasında yarısı kırık, uzun zaman önce asılmış ve artık okunamayacak kadar aşınmış afişler olan sunta gölgelik. Üstünde uyandığım, içindeki kırık bank kadar, durak kadar eskimişim sanki burada.
Peki nasıl geldim buraya?
Ne zamandır buradayım?
Hangi sabaha karşıdır bu gözlerimi açtığım? Tek hatıram yok mu hatırlayabildiğim? Asırlardır buradayım sanki. Şu afişler gibi, kırık bank gibi, yeşil-sarı bozkır gibi...
Nereye gidiyor bu yol?
Niye kimse geçmiyor?
Birisi getirmiş olmalı buraya beni. "Bekle beni" demiş olmalı. Ama ne zaman? Ne zaman? Hiçbir şey hatırlamıyorum.
Dudaklarım çatlamış. Toprağa dönmüş yüzüm. Şu yol kadar uzamış ellerimdeki çizgiler.
Peki niye kimse gelmiyor? Niye kimse geçmiyor? Neresindeyim dünyanın?
Dünya? Rüzgâr? Yol?
Bi kimlik, bi kitap, bir bişey de mi yok yanımda? Hangi yöne koşmalıyım? Bir sonu var mı şu sonsuz yolun?!
İçimde durmadan sorular soruyor birisi, allak bullak ediyor zaten karmakarışık olan aklımı. Kimin sesi bu? Kim bıraktı beni burada? "Bekle" diyen, gelmeyen, geçmeyen, giden kimdi? Hangi yıldı bıraktığı, ya da hangi yıl uyandırdığı?
Zaman, kendi önemini yitirmiş burada. Terk edilmiş her şey gibi. Karışmış renkler birbirine. Bir rüzgârdır boyun eğmişler. Aşınmış, eskimiş, beklemiş... Yüzyıldır beklemiş bu durak, belli. Ben de durağı beklemiş olmalıyım. Bu kayıp zaman için bu aslında tek tahminim.
Peki durağı buraya getiren kimdi? Kim bir durak diker ki önünden kimsenin geçmeyeceği bir yol üzerine? Hatta yolu niye yapar? Beni getirip bırakmak, "burada bekle beni" demek için mi?
Peki ya sarı?
Ya yeşil?
Ya rüzgâr?
Afişler kimin?
Ben kim..?
Peki nasıl geldim buraya?
Ne zamandır buradayım?
Hangi sabaha karşıdır bu gözlerimi açtığım? Tek hatıram yok mu hatırlayabildiğim? Asırlardır buradayım sanki. Şu afişler gibi, kırık bank gibi, yeşil-sarı bozkır gibi...
Nereye gidiyor bu yol?
Niye kimse geçmiyor?
Birisi getirmiş olmalı buraya beni. "Bekle beni" demiş olmalı. Ama ne zaman? Ne zaman? Hiçbir şey hatırlamıyorum.
Dudaklarım çatlamış. Toprağa dönmüş yüzüm. Şu yol kadar uzamış ellerimdeki çizgiler.
Peki niye kimse gelmiyor? Niye kimse geçmiyor? Neresindeyim dünyanın?
Dünya? Rüzgâr? Yol?
Bi kimlik, bi kitap, bir bişey de mi yok yanımda? Hangi yöne koşmalıyım? Bir sonu var mı şu sonsuz yolun?!
İçimde durmadan sorular soruyor birisi, allak bullak ediyor zaten karmakarışık olan aklımı. Kimin sesi bu? Kim bıraktı beni burada? "Bekle" diyen, gelmeyen, geçmeyen, giden kimdi? Hangi yıldı bıraktığı, ya da hangi yıl uyandırdığı?
Zaman, kendi önemini yitirmiş burada. Terk edilmiş her şey gibi. Karışmış renkler birbirine. Bir rüzgârdır boyun eğmişler. Aşınmış, eskimiş, beklemiş... Yüzyıldır beklemiş bu durak, belli. Ben de durağı beklemiş olmalıyım. Bu kayıp zaman için bu aslında tek tahminim.
Peki durağı buraya getiren kimdi? Kim bir durak diker ki önünden kimsenin geçmeyeceği bir yol üzerine? Hatta yolu niye yapar? Beni getirip bırakmak, "burada bekle beni" demek için mi?
Peki ya sarı?
Ya yeşil?
Ya rüzgâr?
Afişler kimin?
Ben kim..?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder