Alıp götürmüştü hayalleri,
pencere önünde
camı buğulandıran
çocuğu..
Sonra ne oldu da yazmaya karar verdi
buğulanan cama,
hayallerinden kalan
kelimeleri..?
kapıdan içeri baktı uzun uzun
görülebilecek tek şey orta yerde duran eskimiş bir piyanoydu
boş evde yankılanıp duran müziği dinledi
hüzünlü gözler sinmişti boyası eskimiş duvarlara
camsız pencereden içeri süzülmeye süzülen ışığa kaydı gözleri
güneşin tozlu ahşapta bıraktığı izlere...
hiç çalmayan müziğin kendi varlığını ispatladığını düşündü bir an
olmayan notaların özgürlüğü kıskandırdı tutsak zihnini
yokluğuna gitti...
Yıllar zincir olup eklenir bir birine, paslanır giderek halkalar. Dün durakta gördüğün bugün yoktur, yarın yanında olmayacak olanlar, çoğunlukla bugün... giderek tanıdığın,tanıttığın,tanıştığın insan sayısının çoğaldığını görürsün sonra, `içinde bir uzun yalnızlık`. ellerinde kalemler, rehberleri, fihristleri doldurup taşırırken, giderek kapının daha az açıldığını, telefonunsa samimiyetsiz çaldığını görürsün.
Belki `26` yaşındasındır, belki de `49`; acının dipte bıraktığı is kokusu duvarlarına değememiştir bile/üstelik/henüz. Durur durur şairlere niye ulan! diye söylenirsin.

Öfken bedeninden bir çıksa ne sunturludur küfrü gölgesinde şimdi...
Kaç kişiyle yola çıkmış, kaç kişiyi yollamışsındır, lakin ağzında bir buruk tad bırakır her dem bulutlar. Yağmuru da seversin de, ıslanmasam dersin. Gölgene tüküreyim, korkak gölgene...
fihristlerinde adlarını unuttuklarına/unutturanlara/unutanlara/yazılmayanlara/yazanlara... her neyse...
Gayrı Her doğum gününde oturur baş köşeye içersin. İçersin ya..!
Afiyet Olsun.
ellerimden kayan şu naylon ip özgürlüğündü, biliyorum. yükselirken gök(yüzüne), tebessümün güneşi kıskandırdı. son kez el salladın bulutların puslu yalnızlığından geriye.
içimde giderek ağırlaşan bir yük. eksiklik desem değil, kırgınlık hiç... taşımakta zorlanıyorum kalbimi. sen varken de böyle miydi acaba? yoksa taşıyan sen miydin tüm bu rengi/sesi bozuk kelimeleri?

harfler koyulaşıyor, yazılarsa silikleşiyor giderek. "anlamsızlık" dedikleri bu olsa gerek.

giderek küçüldüğümü hissediyorum, nokta kadar büyük olmak çok zor artık. cümleler uzuyor. manasız bir uyku kaplıyor vücudumu. gözlerim ağırlaşıyor. uyuyup uyanamamaktan korkuyorum, sonra rüyalardan. bilmediğim yerlerde yürüdüğüm tüm rüyalardan korkuyorum şimdi.
görülmeyecek kadar küçülüyorum; "kaybolmak" dedikleri bu olsa gerek.

günahlarımı sayıyorum (günah denen ne ki), ayak basmadık toprak bırakmıyorum yer(yüzünde)... yollar boyu yürüyorum. nefesim karışıyor kirli yüzlere. yüzler kadar özlüyorum seni tozlandıkça bağcıklarım. `ölene kadar` beklemekten bahsediyorum. "sen yoksan ben de yokum" derdim hep. şimdi anlıyorum öldüğümü. seni beklemekten vazgeçiyorum.
(10.03.08')
bir mil gibi çekildi yokluğun gözlerime. dört duvar kan revan...
etim tırnağımdan çekildi,
sesimde yağmur öncesinin tozlu kokusu
basık bir güneş gölgemde.

kusmuk dolu bir serzeniş mesafeler,
karanlığa hükmeden hüznün en ağır demi.

bir lahza sustum. konuşmak zor değil, kelimeler bitti.
isyan kolay olan;
idare mi ediyor tüm gücüm beni..?

salak saçma, yorgun ağıtlar
sevişmek kar etmiyor içimdeki ateşe

yoksa idare mi ediyor tüm gücüm beni..?

idareli güçsüzlükler takviminden kopardığın yapraklarla sar tabutumu
tüm yolları sana bırakarak, ve unutarak (kor bela) dudaklarını
sokaklarımdan vazgeçtim...

karanlığa yeter mi?
(27.03.08')