ince


ince bir çizgi var yüzümde,
diğer her şeyden uzun,
diğer her şeyden gri,
diğer her şeyden çok kırılmış.
avuçlarımda saklıyorum kederleri
açmadım, açamam.
yollara akıyor gözlerim,
saklıyorum.
içimde koca bir yük. demir, ağır, nefessiz..
seslere karışayım diyorum, betonarme binalara.
bir köşede durmuşum, tümsek bir toprak parçası.
dönüp bakamıyorum ellerime,
gelip geçen yüzlere bakıyorum.
selamlar var dilimde.
sabahlar var.
koynumda geceler, koynumda rüzgâr, koynumda çekingen kirpikler.
uyumadım bak ben,
sanmıyorum, uyuyamam.
vazgeçtim diyemem belki, boş verdim,
neyse, sen de boşver.

ah ulan!


Dağılsam şimdi.

Evet, tam da gereken bu!

Duvarlara çarpsam.
Paramparça olsam.
Kolumu kaldırmaya mecalim olmasa..
Yapışsam asfalta.
Dökülsem yağmura,
Mazgallara aksam.
Haliçten çıksam mesela.
Gözümü güneşe açsam.
Ayılsam ulan!
Ayılsam.

Ya da boşver yahu lafügüzafı;
oturup bekleyeyim yine ben.

Belki bir bok değişir.
Bok değişir!

soba


Yanımdasın. Sağ koluma değiyor kolların. Göğsün yükselip alçalıyor göğüs kafesinde. Mimiklerin değişiyor bazen. Huzurlu bir rüya dolaşıyor ellerinde; sağ kolumda hissediyorum.
Oturmuş burada zaman makinasından çıkmış bir piyano sesi dinliyorum. Tek söz etmeden, ve çok da sokulmadan uzanıyorsun yanıma. Sağ kolum yeterli şu an sanıyorum. İlişmiyorum boynuna. Düzenli nefesin hoşnut ediyor beni. Fark ediyorum birden, sevdiklerinin nefesini dinliyor insan. Neyden emin olmak istiyor bilmiyorum.
Müziğin hafif ritmine uyum sağlıyor göğsün. Gri bir ritim var hareketlerinde. 90'lardan kalma bir TV programı müziği bu çalan. İnsanın içine işliyor. Sağ koluma işliyorsun sen de. Oturmuş burada; nefesinle karışık Asuman'ı, Laz Bakkal'ı dinliyorum. Piyanonun her tuşunda ayrı bir gün gizli.
Şöyle alelâde bir akşam; kardeşim çok küçük henüz. Annem salatalık soyuyor kanepede. İnce uzun iki parçaya bölüyor soyulan salatalıkları. İç kısımlarına hafif tuz atıp birbirine sürtüyor. Bir parçasını babama uzatıyor, diğerini bana.
Zemin kat bir evin küçücük oturma odasında, talaş dolu soba yanıyor. Kışları sert geçen bir şehir değil burası. Zaman, sobada eriyor. 55 ekran Toshiba renkli televizyon, boyalı eski kitaplığın üzerinde açık duruyor. Annemin kucağında salatalık dolu plastik bir kap. Tiyatro izler gibi izliyoruz karşımızda hikâyelenen mahalleyi. Laz Bakkal yaşıyor. Ki hâlâ yaşıyor.
Bi' mutluluk peydah oluyor sobada takılı telin üzerinde. Eve yayılıyor.

Sağ kolumda bir kıpırtı.
Uyanıyorsun.

yel değirmeni


eski bir ezgi bu. nereden geldi şimdi aklıma?

tutsana ayaklarımdan.

gitmek zorunda bıraktı beni,
daha dün söyleyemediklerim

yıprandı saksıdaki cümle çiçekler
ve pırıltısı gökyüzünün.

bak orada bir yel değirmeni. sanki...
gel beraber duralım karşısında.
biliyorum, umurunda değil bütün bunlar.

bekle biraz, çok acıktım.
şurada bir simit, denk gelirse bir de çay.
çok da bekletemem trenleri,
rayları küserler bana.

gömleklerimle ayakkabılarımı ayrı yerlere koy,
kalbimin hizasına hiç gelmez benim ayaklarım.
gitmek istediği yerlere gidemez.

neyse. çıkalım hadi;
çok,
çok geç oldu.

şuracık

İki elim var
ikisi de masada.

bir şey vardı şurada
hemen şuracıkta.
kaybolmuş, bulamıyorum.

üzerimde gri bir ceket

kalkıp baksam diyorum.
kalkıp baksam.
kalkıp.