gece bitti


gölgelerin arasındaydın,
şuracıkta.
bazı kederler kaplamıştı yüreğini,
gömleğini çıkarttın,
hafiflemekti niyetin belki.

pencereyi açtın,
rüzgâr, alelacele göğsünden içeri girip parmak uçlarına kadar uzandı.
bir ses duydun rüzgârın içinde,
incecik bir ses.
gözlerin yaşardı.

yanıp sönen ışıklar gördün uzaklarda,
kim bilir kimler sevişiyor bu evlerin odalarında diye düşündün.

rüzgârla birbirine karışıyordu tüm organların.
uçmak istiyordun, düpedüz uçmak...
hiçbir yola çıkmadan,
ve çıkmadan ışığa,
methiyelerle okşamak karanlığı,
yükseklerden göz ucuyla yer(yüzünün) cümle piçliklerine bakmak.

alâkasız gülmek. dalga geçmek hatta.

dokunmasın kimse sana istiyordun.
kendi elin omzunda.
gölgeler düşüverdi sonra birden pencereden,
saçma bir aydınlıkla irkildin.
rüzgâr gitti, sesler azaldı,
gece bitti.

Üç beş sarı ışık


Biraz kağıttın belki sen,
Öyle sanıyorum ki kalem.
Rüzgârlı bir günde çıkardım mavi çantamdan
ne yazacağımı hiç bilmeden.
Üşüyen çocuklar geçiyordu arkamdan
ceketinin yakasını kaldıran iş çıkışı adamları, kadınları.
Köşebaşında dolanıp duran genç irisi bir çocuk var şu an mesela.
Bir kızı bekliyor, anlıyorum.
Sadece pencereye çıkmasını. Yarı ışık lambada yüzünü görmek, Bir dalın arkasına saklanıp bakmak için.
Utangaç gözleri var.
Ki bu yüzden, mahallenin en piç oğlanı öpecek beklediği kızı.

Top oynamaya çıktı sokağın çocukları.
Adım sıralıyorlar takımlarına adam almak için.
Top kiminse, horozlanan da o.
Derken çığırtkan bir ses:
- "Kemal içeri gel yemek hazır!!!"
- "Anne taam yaa.."
- "Gel çabuk beni bağırtma..!"
Sonra çoğalır benzer sesler balkonlarda.
Yankılı kalır sokak.
Üç beş sarı ışık kalır.
İki saat geçer, geçmez belki
Mahallenin en işsiz delikanlısı toplar çocukları.
Abuk sabuk bir avluya gece hikâyeleri dolar.
Ki bu hikâyelerdir, geceleri uyutmaz o çocukları.
Mahalle uyur,
Mahalle uyanır.