25 Yıllık Büyük Sır ve Kadife Sandalye


Köşedeki çöp kutusunun kenarına bırakılmış bir sandalye...

Ahşap ayakları kabuk kabuk soyuluyor, epeyce yıpranmış. Kadife, bordo döşemesi (ki bu kumaş bana hep üç yıldızlı eski otellerin ve babaannemlerin Adana Stadyum Caddesinde bulunan evlerinin perdelerini anımsatır) eprimiş biraz ve yer yer ayrılıyor iskeletinden.

Çantamda tutkal olsaydı keşke diyorum bir an. Güzel kokulu bir vernik ve beyaz mobilya tutkalı.
Çocukken babamın tamir ettiği iskandinav mobilya takımını anımsıyorum. İşkence isimli aletlerle tutturulmuştu ahşap iskeletleri günlerce salonun ortasında. Sırf oyun olsun diye, koltuklardan birinin işkence ile tutturulduğu yeri, nasıl becerdiysem, gevşetmiştim. Bir anda mengene kalıvermişti elimde. Telaşla (işlediği cinayete intihar süsü vermek isteyen bir katil edâsında) tamir ediliyor görüntüsüne kazandırdım ama en nihayetinde sonuç pek de istediğim gibi olmamıştı. İşkenceler koltuklardan ayrılınca; oynadığım koltuk dışında tüm koltuklar sapasağlam olmuştu. Babam, "niyeyse bu koltuk tutkal tutmadı" deyip tekrar işkence aleti ile sıkıştırmıştı ahşap ve kibar ayaklarını. Daha iyi bir sonuç bekliyordu, ve ben tekrar dokunmamaya yeminli olduğumdan, emindim sonucun çok daha iyi olacağından.
Bak hiç tanımadığım kadife bir sandalye yüzünden 25 yıllık sırrım da ifşa oldu.

Şimdi yanımda eksikliğini hissediyorum tuhaf isimli ve görünüşüne nazaran çok daha nazik olan bu aletlerin.

Neyse, sandalyeye yazık oldu.

sükût



Kimsesiz şairler var bir yerlerde, 
biliyorum. 
Uyuyor, uyanıyor 
mısralarını duyuyorum.