biraz yağmur yağsın sıkıldım güneşten!

biraz yağmur yağsın, sıkıldım güneşten
gül desenli dikiş kutuları açılsın,
açılsın müzik kutuları, anlamını yitirsin anılar.
sesler acayip bir gürültü olana kadar sürsün sessizlik.
cümleler kaybolsun,
kapanmasın yaralar,
azalsın kadınım olduğun geceler,
saniyeler eteklerimden dökülsün mazgallara.
umut sözlüklere gömülsün,
amacından sapsın gölgeler.

teselli dediğiniz pembe bir kuş tüyü
hiç değmedi benim yüreğime...!

biraz yağmur yağsın sıkıldım güneşten!

köşebaşı


köşebaşında bir büfe,
2 bira, 1 koku giderici naneli sakız alıyorum.
Aslında herkes bilir naneden nefret ediyorum.
Ne zaman sakız olsa ceplerimde, bilen bilmeyen bilirv Kaç promil kan verdiğimi şişelere...

Köşebaşında bir park,
Her gece aynı sarhoşluğa ev sahipliğinden olsa gerek;
durdukları yerde sallanıyor salıncaklar.
Hafif ışıkla aydınlanan kayacağın iki yanında toz,
Orta şerit temiz kalıyor (sağ ve sol şeridin ayırıcısı olarak),
Gündüzün mirası olsa gerek bu ayrıcalık...

Köşebaşında bir kasap,
Kapıya nazır kediler ve kasabın elinde satır.
Yani pek manzum bir satır olmasa da,
ahşap sapında baba yadigârı işlemeler saklı.
Kediler, kasap ve satır,
Hepsi bir karede, aynı sahnenin önünde...

Köşebaşında bir taksi,
Arka camlarındaki filmden mi, asfalta uzanan çamurluklarından mı bilinmez,
olur olmadık bir tesbihi getiriyor akla.
Plastik, vites kolu tutucusu ya da ayna şıkırdatıcısı olarak belki...

Köşebaşında bir dönerci,
Tüm müşterileri yüksek sesle konuşan,
En büyük meseleninse döner yanında bedava gelen iki içecekten hangisi içilmeli şeklinde bir içses trafiğine sahip olan. (ayran mı, şalgam mı?)
Ezan okunurken müziğin sesinin kapatıldığı hani,
Dönerci...

Köşebaşında bir kasetçi,
Tezgahın olmadık yerlerinde asılı
bilinmedik şarkıcıların,
o tezgah gezinmedikçe bilinmeyen afişleri.
Fonda mutlak bir Ferdi Tayfur,
İbrahim Tatlıses ya da Müslüm Gürses
serzenişi...

Köşebaşında bir durak,
Gelen-Geçen otobüslerden savrulan bakışlar kör etmekte bekleyicileri,
Bir an gelir aşık olunur, Sonra derken sarhoş olunur,
Kızılır, küfredilir çoğunlukla,
Susulur, Konuşulur...
Herşeye müsait, reklamsız ve bol el ilanı sahibesi bir camekan olsa gerek...

köşebaşında bir çocuk,
Yalandan, Yok haşa..!
Yalan sayılmaz,dümenden ders çalışıyor, oturmuş yere.
Yazıyor, çiziyor...
Defterin önünde bir mendil,
üzerinde irili ufaklı bozukluklar.
Fazla mesaiye kalmış olmalı ki;
İşe ev getiriyor...

Köşebaşında bir şemsiyeci,
Kaldırımın en güzel raflarına yerleştirdiği kırmızılı beyazlı şemsiyelerinin hiçbirini açmıyor hiçbiryağmurda.
Sermayeyi rahmete yüklemek
ya da
Damlalarla kaldırıma yüklenmek istemediğinden,
muhtemelen...

Köşebaşında bir Müzeyyen,
İri bukleler yaldızlı saçlarında,
Eflatuna çalar gözleri,
Eteklerinde yavru bir ceylan...
Hiç kol saati taşımadığından belki
zamanlı zamansız çıkar karşımıza.
Renklenir o anda renkleri hep merak edilen siyah-beyaz bir fotoğraf.
Bakışlarına hayran olan basmadan güller canlanır.
Öyle bir an gelir ki,
Köşebaşının baş köşesine kurulur saltanatı,
Gönüllerimizden kopardığı papatyalardan da bir taç yaparak kendine,
Tahtından gözlerimize bakar,
Aralık bırakır efkârın kapısını
Anlam kazandırır her nefesinde isimlerimize,
Müzeyyen.

violett

19 ocak'ta ne olmuştu? ne olmuştu 19 ocak'ta?
hatırlaması güç olmalı, yok mu bir hatırlatan?
yoksa unuttunuz mu ayakkabıların sahibini?
unuttunuz mu gazete kağıtlarını?
19 ocak'ta ne olmuştu?
ne olmuştu 19 ocak'ta?

Ani

bir bahçesi olmalı insanın
koyverip gidebileceği çimenlikler
her mateminin üzerine gri-yeşil bir örtüsü.
dert etmemek öyle eksik baharatları
gittiği yer baharattan da kaçmak olmalı biraz,
Gri-Yeşil

hazır-küçük çantalar bulundurmalı koridorda.
birinde 2 pantol bir ceket,
diğerinde şarkılar hazır bulunmalı,


Sen, Ey Ulu Düzen!
kahredersin sevdiğim yanlarımı..!